Benim Datça ile tanışmama vesile olan olay, 1991 yılında babamın geçici görevle İş Bankası Datça Şubesi’ne gönderilmesine dayanır. Bankacılık mesleği için alışık olunmayan bu ayrılık hali ailemiz için önce üzüntüyle karşılandı. Virajlı ve bozuk olan yollarıyla nam salmış Datça’dan, on beş günde bir haftasonu için ailesini görmeye otobüsle İzmir’e gelen babamın fedakarlığı takdire değerdi hakikaten. Ne kadarı doğru bilmiyorum çünkü o yolları otobüsle hiç deneyimlemedim ama o zamanlar yolların ne derece kötü olduğunu anlatmak için, otobüslerin virajı alırken bir tekerleğinin boşlukta döndüğünü söylerlerdi. Ben de babamın gelişini beklediğimiz her defasında sağ salim gelsin diye bildiğim tüm duaları kaç kez okurdum kim bilir.
O sene yaz tatili gelene kadar büyük bir merakla dinledik Datça’yı babamdan her gelişinde. Görmeden sevip hayran kalmıştık. Yaz geldiğinde de, zaten gezmeye meraklı ailem için güzel bir fırsattı bu. Tam olarak kaç gün kaldık hatırlamıyorum ama hayatımın en uzun yaz tatiliydi. Bizimkiler tatil yapmayı önemserdi. Beş gün olur, bir hafta olur imkanlar neye elverirse o yıl için o zamanı kendilerine ve bize armağan ederlerdi şükür ki. Tek maaşlı iki çocuklu bir aile için her sene tatil yapmak şartları hayli zorlamaktı aslında. Datça’da geçirdiğimiz o yaz babamdan ayrı kalmamak bahanesiyle en uzun tatilimiz olarak tarih sayfalarında yerini aldı böylelikle.
Babamın kaldığı otele yerleşmiştik biz de. Hafta içi o şubeye işe gider, annem kardeşim ve ben de yürüme mesafesindeki Taşlık Plajı’na. Haftasonları da Datça’nın o engin maviliğine teslim olmuş büklerini keşfe. Şimdi düşünüyorum da instagramlar, bloggerlar yokken, bir tıkla ulaştığımız “nerede ne yenir, ne içilir?” i anlatan gezgin hesaplarından çok önce Knidos’la, Palamutbükü ve diğer koylar ile tanıştıysam kulaktan kulağa gazetesi işlevini görüyormuş aslında. Ve bizimkiler de iyi araştırmacıymış.
Her güzel şey gibi bizim de tatilimizin sonu gelmiş, eve dönme ve babamdan ayrılma zamanı gelmişti. Okullar açıldı, babam gene on beş günde bir o uzun virajlı yolları haftasonunu bizle geçirmek üzere geldi, gitti. Nihayet bir yıl kadar sonra babam tekrar İzmir’e gelmiş, onun yerine başka personel geçici görevle gönderilmişti. Fakat bizi ailecek büyüleyen Datça’ya ertesi yıl bu sefer babamın yıllık izninde gittik ve sonraki yıllar dönem dönem uğramaya çalıştık bu efsunlu şehre.
Sonra yıllar hızla aktı. Bir gün ebediyete uğurlamak gerekti hayatımdaki en çok sevdiğim adamı. Uzun bir süre yolumuz düşmedi Datça’ya. Duyuyorduk, artık yollar o kadar kötü değildi. Hüzün sarıyordu üçümüzü de. Susuyorduk. Gözümüzün önünden geçiyordu o tatlı anılar. Çocukluğun güzel anıları kadar kıymetli az şey var bu hayatta. Yıllar geçtikçe anlıyor, biliyorum. Şükrediyorum...
Çok sonra, hayatımda en çok sevdiğim ikinci adamla bir kez daha gidiyoruz Datça’ya. Yine yazın yıllık iznimizde. Birbirlerini tanıma şansı olmayacak olan en sevdiğim bu iki erkeği Datça’da buluşturduğumu düşünüyorum nedense. Görüyorum ki; Datça’nın yolları değildi bir tek değişen. Büyümüştü bir kere, koca şehir olmuştu. Engin maviliği, begonvilleri, tertemiz havası aynı güzellikte insanı kendine hayran bırakmaya devam ediyordu ama. Ünlü coğrafyacı Strabon "Tanrı sevdiği kullarını uzun ömürlü olmasını isterse Datça Yarımadası'na bırakırmış" demesi boşa değil diye düşünmeden edemiyordu insan.
Ve bu yıl ilk kez farklı bir mevsimde görmeye niyet ediyoruz Datça'yı. Bu yıl ikincisi düzenlenecek olan Badem Çiçeği Festivali için 8-10 Şubat tarihleri arasında Datça'da olmayı planlıyoruz eşimle. Ve tesadüf bu ya geçen hafta İstanbul'dan eve dönerken uçaktaki dergide "Bir Nefes Datça" yazısı (Yazı; Aygün Bağ) ile karşılaşınca, bir kaç gün sonrası için planladığımız tatilin çok yerinde olduğuna olan inancım artıyor. Böyle aklımdan geçirdiğim şeylerin somut olarak karşıma çıkmasına eskisi kadar çok şaşırmıyorum, zira sık sık yaşıyorum. Ama her defasında heyecanlanıp büyülü bir atmosfer buluyorum kendimce. Eve gelir gelmez Cuma ve Cumartesi için hazır bir planımız fakat konaklama için ayırtmış olduğumuz bir yer olmadığını fark edip hızlı bir araştırma sonrası aradığımız bir çok otelden dolu oldukları cevabını alsak da pes etmiyor sonunda bir yer ayarlıyoruz.
Datça'ya varmadan neredeyse her yıl gittiğimiz büyülü cennet Akyaka'da kahve molası verip yola öyle devam ediyoruz. Öğleyin saat 13.00 gibi varmış oluyoruz Datça'ya. Öğle yemeğimizi yedikten sonra ilk önce festival alanını gezelim diyoruz. Alana girer girmez sevgili Fulsen Türker'le karşılaşmam bu gezinin bonusu oluyor. "Aşk Olsun"u okuduktan sonra kendisini instagramdan takip edip bir süredir Datça'da yaşadığını bildiğimden "Umarım karşılaşır bir selamlaşırım" demiştim ve öyle de oldu.
Festivalin adının hakkını veren, Datça sınırlarına girer girmez misafirlerini karşılayan bembeyaz açmış badem çiçekleri gerçekten bir nefes oldu bize. Daha öncesinde koylarında bolca vakit geçirdiğim bu şehrin bu kez köylerini dolaştık daha çok biz.
Hızırşah Köyü ve Hızırşah Kilisesi, Kızlan Köyü ve Tarihi Yel Değirmenleri, Yaka Köyü ve Uluslararası Knidos Kültür ve Sanat Akademisi (UKKSA), Sındı Köyü ve daha pek çok köy daha önce görmeyip bu sefer gördüklerimden. Datça'da köyler hayat dolu. Daha önce çok köyde şahit olduğumuz terk edilmiş hissi yaratmıyor.
Palamutbükü ve Knidos' u da bu mevsim ilk kez görmek güzeldi. Palamutbükü'nde de bir festival alanı mevcuttu ve bolca etkinlik vardı bu arada. Biz teyzelerden elde açma börek ile keçiboynuzu unlu kurabiye alıp bir kahve keyfi de burada yaptık.
Konaklamayı Eski Datça'da yapmayı çok istiyordum ve öyle de oldu. Eski Datça Can Yücel'le anılıyor bilmeyen yok. O sokaklarda dolaşmak ve Can Yücel'in sağlığında gidip yerel halkla sohbet etmeyi sevdiği köşedeki Orhan'ın Kahvesi'nde kahve içmemek olmazdı tabi ki. Onun şiirleri ile süslü duvarlar. Ve hatta yarım kalan şarabı bile saklanmış. Gezip görmeye gelenler kadar yerel halkla da karşılaşmak mümkün burada.
Ve bu yıl ilk kez farklı bir mevsimde görmeye niyet ediyoruz Datça'yı. Bu yıl ikincisi düzenlenecek olan Badem Çiçeği Festivali için 8-10 Şubat tarihleri arasında Datça'da olmayı planlıyoruz eşimle. Ve tesadüf bu ya geçen hafta İstanbul'dan eve dönerken uçaktaki dergide "Bir Nefes Datça" yazısı (Yazı; Aygün Bağ) ile karşılaşınca, bir kaç gün sonrası için planladığımız tatilin çok yerinde olduğuna olan inancım artıyor. Böyle aklımdan geçirdiğim şeylerin somut olarak karşıma çıkmasına eskisi kadar çok şaşırmıyorum, zira sık sık yaşıyorum. Ama her defasında heyecanlanıp büyülü bir atmosfer buluyorum kendimce. Eve gelir gelmez Cuma ve Cumartesi için hazır bir planımız fakat konaklama için ayırtmış olduğumuz bir yer olmadığını fark edip hızlı bir araştırma sonrası aradığımız bir çok otelden dolu oldukları cevabını alsak da pes etmiyor sonunda bir yer ayarlıyoruz.
Görsel, Onur Air'in Şubat 2019 sayısından |
Datça'ya varmadan neredeyse her yıl gittiğimiz büyülü cennet Akyaka'da kahve molası verip yola öyle devam ediyoruz. Öğleyin saat 13.00 gibi varmış oluyoruz Datça'ya. Öğle yemeğimizi yedikten sonra ilk önce festival alanını gezelim diyoruz. Alana girer girmez sevgili Fulsen Türker'le karşılaşmam bu gezinin bonusu oluyor. "Aşk Olsun"u okuduktan sonra kendisini instagramdan takip edip bir süredir Datça'da yaşadığını bildiğimden "Umarım karşılaşır bir selamlaşırım" demiştim ve öyle de oldu.
Azmak Nehri, Akyaka |
Festivalin adının hakkını veren, Datça sınırlarına girer girmez misafirlerini karşılayan bembeyaz açmış badem çiçekleri gerçekten bir nefes oldu bize. Daha öncesinde koylarında bolca vakit geçirdiğim bu şehrin bu kez köylerini dolaştık daha çok biz.
Hızırşah Köyü ve Hızırşah Kilisesi, Kızlan Köyü ve Tarihi Yel Değirmenleri, Yaka Köyü ve Uluslararası Knidos Kültür ve Sanat Akademisi (UKKSA), Sındı Köyü ve daha pek çok köy daha önce görmeyip bu sefer gördüklerimden. Datça'da köyler hayat dolu. Daha önce çok köyde şahit olduğumuz terk edilmiş hissi yaratmıyor.
Hızırşah Köyü, Datça |
Kızlan Köyü, Datça |
Palamutbükü ve Knidos' u da bu mevsim ilk kez görmek güzeldi. Palamutbükü'nde de bir festival alanı mevcuttu ve bolca etkinlik vardı bu arada. Biz teyzelerden elde açma börek ile keçiboynuzu unlu kurabiye alıp bir kahve keyfi de burada yaptık.
Eski Datça |
Konaklamayı Eski Datça'da yapmayı çok istiyordum ve öyle de oldu. Eski Datça Can Yücel'le anılıyor bilmeyen yok. O sokaklarda dolaşmak ve Can Yücel'in sağlığında gidip yerel halkla sohbet etmeyi sevdiği köşedeki Orhan'ın Kahvesi'nde kahve içmemek olmazdı tabi ki. Onun şiirleri ile süslü duvarlar. Ve hatta yarım kalan şarabı bile saklanmış. Gezip görmeye gelenler kadar yerel halkla da karşılaşmak mümkün burada.
Eski Datça |
"Nerede yenilir/içilir/konaklanır" konularını çok iyi yapan bloggerlar bolca mevcut. Bu nedenle ben uğrak noktalarımızı çok ayrıntılı yazmıyorum. Ama gün gün istagram hesabımda biraz daha ayrıntılı paylaşmaya çalışmıştım, o da kendime bilgi olsun diye. İlgilenen olursa hazır yeri gelmişken instagram linkim de şöyle arkadaşlar :)
https://www.instagram.com/peacelilyozge/?hl=tr
Aylar sonra gelen ilham perisi vesilesiyle şiddetli bir yazma isteği ile yazdım bu yazıyı. Datça'nın bendeki yeri -babamdan ötürü- çokça büyük belki. Çocukluk anılarımda güzel yer bulmasa bunca sever miydim bu şehri asla bilemeyeceğim...
Ama Şubat ayında bir nefes oldu bize Datça yine.
Nicelerine...
Not: Sizin için önem taşıyan şehirler var mı, varsa nereleri, neden? Yazmak isterseniz beklerim.
Sevgiler çokça...