Vizyona girdiği günden bu yana (yaklaşık bir aydır) bir yanım şiddetle izlemek isterken, diğer yanımın çaktırmadan az biraz geride durup, izlemekten ufak ufak kaçtığını itiraf etmeliyim sinema-sever dostlarım. Amma velakin sevgili Nuri Bilge Ceylan'ın bizlere ikinci kez Altın Palmiye gururunu yaşatıp ödülünü ise Gezi olaylarında yaşamını yitiren gençlere adayarak anlamlı bir gönderme yaptığı "Kış Uykusu"nu elbette ki izleyecektim. Bu konuda kararım karardı. İşte o gün düne nasip oldu.
Filme dair en geçerli çekincem aslına bakarsanız filmin 3 saati aşan süresinden başka birşey değildi. Çünkü daha önce izlediğim ve hatta en sevdiğim filmleri arasında saydığım (Mayıs Sıkıntısı mesela) filmlerine kıyasla, oyuncular çok daha tanıdık bir o kadar da usta, yapılan ilk eleştirilere göre de yönetmenin en konuşkan filmiydi.
Ve iklim döngüsünün iktidarı yaz mevsimine bahşeylediği, onun doğal bir neticesi olarak da bunaltıcı yaz sıcaklarının canına okuduğu bir zat olarak, serin bir sinema salonunda bir elin parmaklarını geçmeyen izleyiciler arasında olmak gerçekten de şapşahane bir fikirmiş :)
Yukarıdaki paragraf, zannediyorum filmi nice beğendiğimin bir itirafıdır. Ben yine de -nacizane- bir kaç söz söyleyeceğim tabi ki filme dair. Yalnız ilk olarak söylemek istediğim, eğer hala filmi izlemeye (benim gibi) korkanlardansanız bunun gereksiz bir önyargı olduğu hususudur. "3 saat 16 dakika nasıl geçti hiç anlamadım" demek biraz abartılı olabilir belki ama gerçekten de korkulduğu gibi olmuyor. Zira yönetmenin diğer filmlerinden alışık olduğumuz boşluklar bu defa uzun diyaloglarla doldurulmuş. Böylelikle bu defa seyirci için zorlayıcı olmaktan uzak bir şölen durmakta karşımızda. Bunu söylerken gerçekten de çok samimiyim inanınız. Nuri Bilge Ceylan (NBC)'ın kusursuz fotoğrafçılığının en sessiz filmlerinde bile doyumsuz bir seyir sunduğu neredeyse herkesçe kabul edilir. Bu defa; dış mekanda Kapadokya coğrafyasının bembeyaz karlarla örttüğü bir atmosferin, içeride ise kimilerinin kasvetli bulabileceği -benim bayılarak, adeta aşık olarak izlediğim- bir otantizmin ara ara fonda Schubert'in tuşlara dokunuşu ile bir sunumu var. Hal böyleyken NBC'ın izleyiciye sunduğu elbette ki yine öncelikle bir sanat filmi belki ama diğer unsurlarla beraber filmin daha genel bir izleyiciye ulaşacağı da yadsınamaz.
Temelde üç ana karakter barındırıyor Kış Uykusu. Eski bir tiyatrocu olan Aydın, kendinden yaşça çok genç karısı Nihal ve boşandıktan sonra yanlarına yerleştiğini yine filmi oluşturan uzun diyaloglardan öğrendiğimiz kız kardeşi Necla... Bir de aylardır kiralarını ödeyemeyen kiracıları, imam Hamdi ile onun hapisten yeni çıkan sert bakışlı kardeşi İsmail'den söz edilebilir. Burada oyunculuklara gelmişken Demet Akbağ ve özellikle Haluk Bilginer'e (zira filmin en temel karakterini oynuyor) tekrar tekrar saygıyla eğilirken, Melisa Sözen için bi olmamışlık halinden söz etmeden edemeyeceğim. Filmin genel ahengine çok zıt bir karakter olarak karşımıza çıkan Nejat İşler'in oynadığı Hamdi'nin kardeşi İsmail bile o kadar yavan durmuyor. Sorunun ne olduğunu anlayamamakla beraber ne Nihal karakterine ne de Aydın'la karı-koca olduklarına inandıramadı beni sevgili Melisa Sözen. Belki zaten senaryoda karı-koca olarak birbirlerine onca uzak iki insanı oynuyor oluşlarındandır. (Hadi gelin ben yine iyimser olayım :)) Yani aslında yapılmak istenen yapılmıştır. Nejat İşler ise başlangıçta ve finale yaklaşırken çıkıyor sahneye. Sert, hafif psikopat tavırları sanki gerçekte de öyleymiş gibi iyi oynadığını bildiğimiz Nejat İşler, "İsmail" olarak iyi evet ama -dediğim gibi- filmin genel ritmi ile finalde İsmail'in vermeye çalıştığı dersi yan yana koyduğumda bir örtüşmemişlik var gibi gibi... Ama bunun da -yine iyimser kız olduğumda- kardeşi Hamdi'nin hafif ezik, yılışık denecek kadar boyun eğen duruşuna bir "karşı duruş" olarak sunulmaya çalışıldığını varsayabiliriz isterseniz :)
Haluk Bilginer'in oynadığı Aydın karakteri (burada ismin özellikle "Aydın" olarak seçildiği kanısındayım), Türk aydınının -o hep eleştirilen- alt sınıfa küçümseyerek bakmaları, önyargıları, toplum mühendisliği yapmaları ile genelde bir entelektüel profili belki ama özel olarak salt Aydın'a bakarsak işte orada çok çok daha fazlasını okumak mümkün. Kaldı ki bu dediğimi diğer karakterler için de yineleyebilirim. Filmin belki de en en en dokunan yanı, bu çok yalnız üç insanın bir türlü birbirlerine dokunamamaları. O uzun diyaloglara rağmen egoları müsaade etmediği için asla birbirlerine ulaşamayışları. Karakterler üzerinden insana dair anlatılanlardan başka, filme hakim ince bir ironi NBC'ın en politik filmi olduğu söylentilerini doğrular nitelikte. Burada yine benim en çok hoşuma giden tarafı da, bu göndermeleri yaparken insanın gözüne gözüne sokmadan yapabilmesi. "Ben az söylüyorum sen çok anla" der gibi gibi...
Filmin uzun oluşundan değil gerçekten söylenecek çok şey olduğundan benim de yazacaklarım uzadıkça uzuyor. Dün akşamdan beri bu postun üzerinde düzeltmeler yapıp duruyorum ve bi an önce de sizlerle paylaşmak istiyorum aslında. Son olarak demem o ki, izleyiniz efenim. Sürüklenecek, düşünecek, etkileneceksiniz. Ara ara gülümseyecek, hüzünleneceksiniz.
İyi seyirler...
sevgili zeze,
YanıtlaSilben de bir türlü izleyemedim hala!
çok güzel anlatmışsın, umarım ben de izlerim en yakın zamanda.
o filmin güzelliğinden :) çok teşekkürler...
Silbi an önce izlemeni öneririm :)