|
Pek çoğumuz, pek çok kereler demedik mi "Alıp başımı gitsem, herşeyi bırakıp şöööyle ıssız bir yerlere" diye? Herşeylerden, herkeslerden uzaklaşmak geldi içimizden. Uzaklaştığımız bu yerde kalmayı arzuladık hatta. Ama bir hayalden öteye gidemezdi bu fikir. Bu çağda ancak koskoca bir ütopyaydı. Hemen defettik başımızın üzerinde beliren hayal balonunu. Yıllık iznimiz neyimize yetmiyordu :) Yılda bi hafta güneye inip kafa dağıtıyorduk işte.
Kahramanımız "Mustafa Ali" tam da bu fikri hayatına geçirmiş, tıkır tıkır uygulamaktadır. Muğla'nın Çökertme köyünde doğa ile baş başa, sahip olduğu belki de tek şey olan kulübesinde hiç bir şeye ihtiyaç duymadan yaşar gider. Felsefe mezunudur, kitaplarıyla mutludur. Acıktığında -kendi deyimiyle- "toprakana"nın verdikleriyle karnını doyurur, uykusu geldiğinde uyur. Uyanması gerektiğinde zaten uyanır. Diğer insanlar gibi kollarındaki saate göre plan yapmaz.
Karşıt karakter "Cavit" ise başarılı, kurnaz, zengin bir işadamıdır. Yeni projesi, eşinin çok beğendiği ancak bizim "Mandıra Filozofu"nun da hissedar olduğu araziyi satın alarak butik otel inşa etmektir. Tahmin edersiniz ki bu öyle sandığı kadar kolay olmayacaktır.
Filmi bu şekilde özetlerken oyunculuklara baktığımızda; "Müfit Can Saçıntı"nın oynadığı bu "tipleme" karşımıza ilk, "Çocuklar Duymasın" dizisinde bir "yan" karakter olarak çıkmış ve izleyicinin ilgisini çekmişti. Mandıra Filozofu'nda ise filmin merkezine oturan bu karikatürvari karakteri ben, (dizide de olduğu gibi) sevimli buldum. Müfit Can Saçıntı yönetmenliğini de üstlendiği filmin baş karakterini oynarken benim beklentimi karşıladı diyebilirim. Cavit' e geldiğimizde ise böyle "kalantor" bir tip için "Rasim Öztekin", filmin ilk karelerinde -sonrasında fikrim değişse de- beni şu anlamda düşündürmedi değil: Acaba şirin, sempatik, babacan, iyi kalpli bir adamı çağrıştıran (yani en azından benim için öyle) usta oyuncu Rasim Öztekin, gözünü para hırsı bürümüş, sistemin çarkında dönüp duran, zincirin en temel halkalarından olan büyük sanayici için doğru bir seçim mi? İstediği her şeyi satın alabilecek parası vardır ancak tereyağında bir yumurta kırıp yemeyeli 20 yıl olmuştur. Yılda yalnızca yedi günlük tatillerinin dışında keşmekeşin içinde tükenip gitmiştir yılları. Mustafa Ali'nin yaptığı basit bir hesaba göre 30 yıl daha yaşayacak olsa sadece 210 günü kalmıştır. Hikayenin sahibi Cavit'in sıkışmışlığını anlatmak için sadece bakışları bile yetmiş Rasim Öztekin'in. Bu noktada fikrim değişti ve doğru bir oyuncu ile yola çıkıldığını anladım ;)
Bir de Mustafa Ali'nin annesini oynayan bu tatlı kadını ben çok seviyorum yaaa... Filmde sadece bir iki defa yüzünü göstermiş ama hepsi bomba bence. Hele "Madam Butterfly" dinleyerek uyuduğu sahneye bittim. Nasıl bir doğal oynamak, şive yapmaktır o? Atlamak istemedim. Sevgili oyuncuya sevgiler saygılar.
Senaryo ise, beklentilerin çok da yüksek olmadığını kabul edersek, (nihayetinde bu bir komedi, keyifli iki saat geçireceğiz değil mi?) seyirciyi içine alıp sürükleyebiliyor. "Birol Güven"den beklendiği üzere ders/mesaj vermek isteyen diyaloglar, televizyonda hadi neyse ancak sinemada bence komik duruyor. Aynı şekilde, sürekli tekrar eden cümleler de sanki seyircinin gözüne gözüne sokulduğunda bayıcı bir hal alıyor.
"+7" kategorisi ile izleyiciye sunulan filmi çocuklarıyla izlemeye gelen aileler açısından, küfürlü sahneler hayal kırıklığı olmuştur diye düşünüyorum. Güldürmek hedeflendiğinde "küfür"den beslenmek, Türk komedi sinemasında yazık ki sıkça başvurulan bir tarz. Bu konuda oldukça hassas biri olarak, filmde rahatsız olduğum bir nokta olduğunu söylemeden edemeyeceğim. Türk seyircisi de sevmiyor değil bu arada. Şöyle bir bakıldığında salonun kahkahadan yarıldığı sahneler özellikle bu karelere denk geliyor.
Filmin -bana göre- olumsuz bir başka ayrıntısı ise, teknede akşam yemeğinin yendiği sahnede dalgalanan Amerikan bayrağı! Buna anlam vermek güç. Bu durumun gözden kaçması üzücü olmuş, yakışmamış bana kalırsa.
Sonuç olarak, postun ilk paragrafında anlattığım fikre sahip insanlardan biri olarak, hakikaten severek izledim. Güldüm de. Eksiklerine rağmen izlenilesi...
İyi seyirler...
Kahramanımız "Mustafa Ali" tam da bu fikri hayatına geçirmiş, tıkır tıkır uygulamaktadır. Muğla'nın Çökertme köyünde doğa ile baş başa, sahip olduğu belki de tek şey olan kulübesinde hiç bir şeye ihtiyaç duymadan yaşar gider. Felsefe mezunudur, kitaplarıyla mutludur. Acıktığında -kendi deyimiyle- "toprakana"nın verdikleriyle karnını doyurur, uykusu geldiğinde uyur. Uyanması gerektiğinde zaten uyanır. Diğer insanlar gibi kollarındaki saate göre plan yapmaz.
Karşıt karakter "Cavit" ise başarılı, kurnaz, zengin bir işadamıdır. Yeni projesi, eşinin çok beğendiği ancak bizim "Mandıra Filozofu"nun da hissedar olduğu araziyi satın alarak butik otel inşa etmektir. Tahmin edersiniz ki bu öyle sandığı kadar kolay olmayacaktır.
Filmi bu şekilde özetlerken oyunculuklara baktığımızda; "Müfit Can Saçıntı"nın oynadığı bu "tipleme" karşımıza ilk, "Çocuklar Duymasın" dizisinde bir "yan" karakter olarak çıkmış ve izleyicinin ilgisini çekmişti. Mandıra Filozofu'nda ise filmin merkezine oturan bu karikatürvari karakteri ben, (dizide de olduğu gibi) sevimli buldum. Müfit Can Saçıntı yönetmenliğini de üstlendiği filmin baş karakterini oynarken benim beklentimi karşıladı diyebilirim. Cavit' e geldiğimizde ise böyle "kalantor" bir tip için "Rasim Öztekin", filmin ilk karelerinde -sonrasında fikrim değişse de- beni şu anlamda düşündürmedi değil: Acaba şirin, sempatik, babacan, iyi kalpli bir adamı çağrıştıran (yani en azından benim için öyle) usta oyuncu Rasim Öztekin, gözünü para hırsı bürümüş, sistemin çarkında dönüp duran, zincirin en temel halkalarından olan büyük sanayici için doğru bir seçim mi? İstediği her şeyi satın alabilecek parası vardır ancak tereyağında bir yumurta kırıp yemeyeli 20 yıl olmuştur. Yılda yalnızca yedi günlük tatillerinin dışında keşmekeşin içinde tükenip gitmiştir yılları. Mustafa Ali'nin yaptığı basit bir hesaba göre 30 yıl daha yaşayacak olsa sadece 210 günü kalmıştır. Hikayenin sahibi Cavit'in sıkışmışlığını anlatmak için sadece bakışları bile yetmiş Rasim Öztekin'in. Bu noktada fikrim değişti ve doğru bir oyuncu ile yola çıkıldığını anladım ;)
Gülnihal Demir |
Bir de Mustafa Ali'nin annesini oynayan bu tatlı kadını ben çok seviyorum yaaa... Filmde sadece bir iki defa yüzünü göstermiş ama hepsi bomba bence. Hele "Madam Butterfly" dinleyerek uyuduğu sahneye bittim. Nasıl bir doğal oynamak, şive yapmaktır o? Atlamak istemedim. Sevgili oyuncuya sevgiler saygılar.
Senaryo ise, beklentilerin çok da yüksek olmadığını kabul edersek, (nihayetinde bu bir komedi, keyifli iki saat geçireceğiz değil mi?) seyirciyi içine alıp sürükleyebiliyor. "Birol Güven"den beklendiği üzere ders/mesaj vermek isteyen diyaloglar, televizyonda hadi neyse ancak sinemada bence komik duruyor. Aynı şekilde, sürekli tekrar eden cümleler de sanki seyircinin gözüne gözüne sokulduğunda bayıcı bir hal alıyor.
"+7" kategorisi ile izleyiciye sunulan filmi çocuklarıyla izlemeye gelen aileler açısından, küfürlü sahneler hayal kırıklığı olmuştur diye düşünüyorum. Güldürmek hedeflendiğinde "küfür"den beslenmek, Türk komedi sinemasında yazık ki sıkça başvurulan bir tarz. Bu konuda oldukça hassas biri olarak, filmde rahatsız olduğum bir nokta olduğunu söylemeden edemeyeceğim. Türk seyircisi de sevmiyor değil bu arada. Şöyle bir bakıldığında salonun kahkahadan yarıldığı sahneler özellikle bu karelere denk geliyor.
Filmin -bana göre- olumsuz bir başka ayrıntısı ise, teknede akşam yemeğinin yendiği sahnede dalgalanan Amerikan bayrağı! Buna anlam vermek güç. Bu durumun gözden kaçması üzücü olmuş, yakışmamış bana kalırsa.
Sonuç olarak, postun ilk paragrafında anlattığım fikre sahip insanlardan biri olarak, hakikaten severek izledim. Güldüm de. Eksiklerine rağmen izlenilesi...
İyi seyirler...
Merhaba
YanıtlaSilBen de Mustafa Ali karakterini ilk Çocuklar Duymasında izlemiş ve çok beğenmiştim. Bu filme de ailecek gitmeyi düşünüyoruz. Zaten bir felsefesi var filmin mesaj kaygısı gereksiz bence de.