19 Temmuz 2014 Cumartesi

Karadeniz Yolcusu Kalmasın

Bugün saat 20:00'da hareket edecek olan otobüsümüz eşliğinde Karadeniz turumuz başlayacak inşallah. Yıllardır istediğimiz bir seyahati gerçekleştireceğim için sahiden de çok heyecanlıyım. Yıllardır bu tarihlerde mutlaka ülkemizin güneyinde geçirilen tatil hakkımızı bu defa ve de ilk olarak kuzeyden yana kullanıyoruz. İlk kez göreceğimiz bu şehirlerde bakalım bizi neler bekliyor.




İki gündür bitmek bilmeyen bir telaşla hazırladığım bir türlü kapanmak bilmeyen valizlerimiz nihayet hazır. Tatilden önceki son saatlerimizi değerlendirirken sizlere bir veda ediim ve de bu tatlı heyecanımı paylaşiim istedim. Bir hafta bloğa uğrayamayacağım. Döner dönmez izlenimlerimi paylaşmak üzere şimdilik hoşçikalın :)

Ve kendimi Ey Gidi Karadeniz dinleyerek hazırlıyorum. 

Siz de buyrun efenim:

14 Temmuz 2014 Pazartesi

Huzursuzluğun 8 Farklı Nedeni

Milliyet'ten Cengiz Hortoğlu, huzursuzluğun 8 farklı nedenini sıralamış. (Sizler için aşağıda paylaşıyorum ama orjinalini merak edenler için Tık tık). Fazla bi genellemiş esasen, ama içinde doğru bulduklarım da yok değil. Örneğin 8. maddeyi ben de en yakın zamanda hayata geçirsem hiç de fena etmem. Biriktiren bi insanım. Saçma sapan şeyleri gün gelir işime yarar diye hayatımdan çıkaramıyorum. Eskiden daha da vahimdi halim ama gene de bu konuda aşmam gereken uzun bi yol var. Eşim, ilerde yoğurt kaplarını bile biriktiren teyzelerden olacağımı söylüyor. Gülüyorum :)
Söz konusu yazı aşağıda sunulmuştur:
(kaynak:http://www.milliyet.com.tr/huzursuzlugun-8-farkli-nedeni/cengiz-hortoglu/gundem/gundemyazardetay/14.07.2014/1911592/default.htm)
"İşte huzursuzluk yaratan 8 farklı neden:
1)Sevdiğim insan beni anlamıyor.
*Yapmanız gereken anlaşılmaya çalışmak yerine anlamaya çalışmanız.
2)Tatile gittiğimde işlerimi, çalışırken tatili düşünüyorum.
Neredeysen orada ol, tatildeyken tatilde çalışırken işte… Olmadığın yerde olmaya çalışma.
3)Sahip olduklarım beni tatmin etmiyor, hep daha fazlasını istiyorum.
*Daha iyisine sahip olmayı istemek yanlış değil. Ama daha iyisini isterken sahip olduklarının keyfini çıkartamazsan, daha fazlasına da sahip olsanız da bir önemi yok.
4)Çok öfkeliyim, kalp kırıp sonra pişman oluyorum.
*Öfkelenme nedeniniz karşındakinin sizin gibi düşünmesini kabul edememenizdir.
Farklı düşüncelere izin vermeniz ve onlardan yararlanmaya çalışmanız sizi zenginleştirir. Herkesin aynı şeyleri düşündüğü bir dünyayı kimse istemez.
5)Gelecekle ilgili kaygılar duyuyorum.
*Gelecekle ilgili kaygı üretmek yerine neler yapabilirim? Sorusunu sormanız sizi çözüme götürecektir. Sürekli kaygı ve endişe üretmeniz istemediğiniz olayların başınıza gelmesini kolaylaştırır. Ne düşünürseniz onu yaşarsınız.
6)Arkadaşlarımın en küçük olumsuz davranışı beni çok üzüyor.
*Bu kadar üzüleceğinize yapılan o davranıştan hoşlanmadığını arkadaşınızı kırmadan söylemeniz çok daha iyi sonuçlar verecektir.
7)Bütün gün uğraşıyorum, yapılacak işleri yetiştiremiyorum. Bu durum çok canımı sıkıyor.
*Her akşam ertesi gün neler yapacağını yazılı olarak belirleyin, yapacaklarınızı kağıt üzerinde görmeniz hayatınızı tahmininizin üzerinde kolaylaştıracaktır.
8)Odam devamlı karmakarışık, dolaplarım eşya ile tıklım tıklım dolu…
*Kendinize bir iyilik yapın, fazla eşyaları odanızdan çıkartın. Fazlalıkları öncelikle ihtiyacı olanlara verin. fazla ışıkları bile kapatın, sadeleşin, sadeliğin huzurunu yaşayın."
 ***
Bakalım bu yazıda sizi huzursuz kılan noktaların örtüştüğü hususlar var mı?
Huzurlu günler herkeslere :)

12 Temmuz 2014 Cumartesi

Kış Uykusu

Vizyona girdiği günden bu yana (yaklaşık bir aydır) bir yanım şiddetle izlemek isterken, diğer yanımın çaktırmadan az biraz geride durup, izlemekten ufak ufak kaçtığını  itiraf etmeliyim sinema-sever dostlarım. Amma velakin sevgili Nuri Bilge Ceylan'ın bizlere ikinci kez Altın Palmiye gururunu yaşatıp ödülünü ise Gezi olaylarında yaşamını yitiren gençlere adayarak anlamlı bir gönderme yaptığı "Kış Uykusu"nu elbette ki izleyecektim. Bu konuda kararım karardı. İşte o gün düne nasip oldu.




Filme dair en geçerli çekincem aslına bakarsanız filmin 3 saati aşan süresinden başka birşey değildi. Çünkü daha önce izlediğim ve hatta en sevdiğim filmleri arasında saydığım (Mayıs Sıkıntısı mesela) filmlerine kıyasla, oyuncular çok daha tanıdık bir o kadar da usta, yapılan ilk eleştirilere göre de yönetmenin en konuşkan filmiydi. 

Ve iklim döngüsünün iktidarı yaz mevsimine bahşeylediği, onun doğal bir neticesi olarak da bunaltıcı yaz sıcaklarının canına okuduğu bir zat olarak, serin bir sinema salonunda bir elin parmaklarını geçmeyen izleyiciler arasında olmak gerçekten de şapşahane bir fikirmiş :)

Yukarıdaki paragraf, zannediyorum filmi nice beğendiğimin bir itirafıdır. Ben yine de -nacizane- bir kaç söz söyleyeceğim tabi ki filme dair. Yalnız ilk olarak söylemek istediğim, eğer hala filmi izlemeye (benim gibi) korkanlardansanız bunun gereksiz bir önyargı olduğu hususudur. "3 saat 16 dakika nasıl geçti hiç anlamadım" demek biraz abartılı olabilir belki ama gerçekten de korkulduğu gibi olmuyor. Zira yönetmenin diğer filmlerinden alışık olduğumuz boşluklar bu defa uzun diyaloglarla doldurulmuş. Böylelikle bu defa seyirci için zorlayıcı olmaktan uzak bir şölen durmakta karşımızda. Bunu söylerken gerçekten de çok samimiyim inanınız. Nuri Bilge Ceylan (NBC)'ın kusursuz fotoğrafçılığının en sessiz filmlerinde bile doyumsuz bir seyir sunduğu neredeyse herkesçe kabul edilir. Bu defa; dış mekanda Kapadokya coğrafyasının bembeyaz karlarla örttüğü bir atmosferin, içeride ise kimilerinin kasvetli bulabileceği -benim bayılarak, adeta aşık olarak izlediğim- bir otantizmin ara ara fonda Schubert'in tuşlara dokunuşu ile  bir sunumu var. Hal böyleyken NBC'ın izleyiciye sunduğu elbette ki yine öncelikle bir sanat filmi belki ama diğer unsurlarla beraber filmin daha genel bir  izleyiciye ulaşacağı da yadsınamaz.





Temelde üç ana karakter barındırıyor Kış Uykusu. Eski bir tiyatrocu olan Aydın, kendinden yaşça çok genç karısı Nihal ve boşandıktan sonra yanlarına yerleştiğini yine filmi oluşturan uzun diyaloglardan öğrendiğimiz kız kardeşi Necla... Bir de aylardır kiralarını ödeyemeyen kiracıları, imam Hamdi ile onun hapisten yeni çıkan sert bakışlı kardeşi İsmail'den söz edilebilir. Burada oyunculuklara gelmişken Demet Akbağ ve özellikle Haluk Bilginer'e (zira filmin en temel karakterini oynuyor) tekrar tekrar saygıyla eğilirken, Melisa Sözen için bi olmamışlık halinden söz etmeden edemeyeceğim. Filmin genel ahengine çok zıt bir karakter olarak karşımıza çıkan Nejat İşler'in oynadığı Hamdi'nin kardeşi İsmail bile o kadar yavan durmuyor. Sorunun ne olduğunu anlayamamakla beraber ne Nihal karakterine ne de Aydın'la karı-koca olduklarına inandıramadı beni sevgili Melisa Sözen. Belki zaten senaryoda karı-koca olarak birbirlerine onca uzak iki insanı oynuyor oluşlarındandır. (Hadi gelin ben yine iyimser olayım :)) Yani aslında yapılmak istenen yapılmıştır. Nejat İşler ise başlangıçta ve finale yaklaşırken çıkıyor sahneye. Sert, hafif psikopat tavırları sanki gerçekte de öyleymiş gibi iyi oynadığını bildiğimiz Nejat İşler, "İsmail" olarak iyi evet ama -dediğim gibi- filmin genel ritmi ile finalde İsmail'in vermeye çalıştığı dersi yan yana koyduğumda bir örtüşmemişlik var gibi gibi... Ama bunun da -yine iyimser kız olduğumda- kardeşi Hamdi'nin hafif ezik, yılışık denecek kadar boyun eğen duruşuna bir "karşı duruş" olarak sunulmaya çalışıldığını varsayabiliriz isterseniz :)





Haluk Bilginer'in oynadığı Aydın karakteri (burada  ismin özellikle "Aydın" olarak seçildiği kanısındayım), Türk aydınının -o hep eleştirilen- alt sınıfa küçümseyerek bakmaları, önyargıları, toplum mühendisliği yapmaları ile genelde bir entelektüel profili belki ama özel olarak salt Aydın'a bakarsak  işte orada çok çok daha fazlasını okumak mümkün. Kaldı ki bu dediğimi diğer karakterler için de yineleyebilirim. Filmin belki de en en en dokunan yanı, bu çok yalnız üç insanın bir türlü birbirlerine dokunamamaları. O uzun diyaloglara rağmen egoları müsaade etmediği için asla birbirlerine ulaşamayışları. Karakterler üzerinden insana dair anlatılanlardan başka, filme hakim ince bir ironi NBC'ın en politik filmi olduğu söylentilerini doğrular nitelikte. Burada yine benim en çok hoşuma giden tarafı da, bu göndermeleri yaparken insanın gözüne gözüne sokmadan yapabilmesi. "Ben az söylüyorum sen çok anla" der gibi gibi... 





Filmin uzun oluşundan değil gerçekten söylenecek çok şey olduğundan benim de yazacaklarım uzadıkça uzuyor. Dün akşamdan beri bu postun üzerinde düzeltmeler yapıp duruyorum ve bi an önce de sizlerle paylaşmak istiyorum aslında. Son olarak demem o ki, izleyiniz efenim. Sürüklenecek, düşünecek, etkileneceksiniz. Ara ara gülümseyecek, hüzünleneceksiniz. 

İyi seyirler...

10 Temmuz 2014 Perşembe

Tanrım, yalvarırım beni sıcaklarla beraber gelen migrenle sınama!

Bilenler bilir "yaz" mevsimine ne derece tahammül edemediğimi söyler dururum kendimi bildim bileli. Pazartesinin stresini Pazar gününden yaşamak gibi, daha Mart ayında başlarım önümüzde bizi bekleyen cehennem sıcaklarını düşünüp streslenmelere. Ve malumunuz, yaz sıcaklarının tavan yaptığı Temmuz'un ilk haftasını devirdiğimiz şu günlerde, benim coğrafi tanımlamama göre yaklaşık 7 ay süren (Mayıs, Haziran, Temmuz, Ağustos, Eylül, Ekim, Kasım)  yaz mevsiminin yaşandığı İzmir şehrinde daha katlanılacak zorlu günler hayli fazla benim için :(  




Yazı benim açımdan çekilmez kılan haklı bir sebebim de migren! ataklarımın artması!!! İkisi bi arada tadından yenmiyor gerçekten de :(




Tanrım, yalvarırım beni sıcaklarla beraber gelen migrenle sınama!

Tek tek ikisi de yeterince zorken ikisi beraber beni çok zorluyor. Yazları çok umutsuz, mutsuz, ruhsuz bi insana dönüşüyorum. Çok sıkıcı! Bu sıkıcı kızdan sıkılıyorum!

İmza: Çaresiz

1 Temmuz 2014 Salı

Kariyer ve Varoluş



En son okuduğum "Kariyer ve Varoluş" adlı bu kitap bana göre temelde, "çalışma" kavramının insana olan etkilerine felsefi bir yaklaşım. Çok fazla şey söylemeden önce şu paylaşımı yapmalıyım diyorum. Zira arka kapaktaki şu paragraf kitabı tanımak için epey manidar:

"Yaşamının sonuna kadar sıkıntısız yaşayabilecek kadar paran olsaydı, şu anda yapmakta olduğun işi yapar mıydın?" sorusunu iş dünyasında pek çok insana sordum. "Evet" diyenlerin sayısı -yanlış tahmin etmediniz- iki elin parmaklarını geçmeyecek kadar az. Dolayısıyla bu kitap, mutlu çalışma veya çalışmayı mutlu kılabilecek temel edimler, ilkeler, varoluşlar konusunda çözüm arayışları olanlara yardımcı olabilir diye düşünüyorum." 

Kitabı, Nisan ayında bu yılki kitap fuarından aldım. Aldığım sıralarda henüz memurluktan istifa edeli (konuyla ilgili yazdığım post için merak eden arkadaşlar, tıklayabilirisiniz) bir buçuk ay filan olmuştu. Haliyle böyle bir kitabın beni mıknatıs gibi çekmesi çok da şaşırtıcı bir durum değil yani, ne dersiniz?

Bilmem hiç yaşadınız mı ama; (tahmin ediyorum ki kitap-sever blogcanlarım bu duygu size tanıdıktır) sanki sizin için size özel olarak yazılmış olduğunu hissettiren kitaplar vardır. İşte benim, bu kitap için hissettiğim tam olarak buydu. Benim için yazılmış bir eser öylece sahibini (yani beni:) bekliyordu. Daha "kitap eki"ndeki tanıtımını okuduğum andan itibaren seveceğimi anladığım, Kariyer ve Varoluş'a kavuştuğumda ise, bu yılki İzmir Kitap Fuarı benim için misyonunu tamamlamıştı:) Zira kendime söz vermiştim. Elimde okunmayı bekleyen çok sayıda kitabım vardı. Simgesel olarak sadece "bir" tane  almama izin vermiştim. Elimde sıraya koyduğum diğer kitaplarım biter bitmez de hemen okumaya başladım. Tabi ki sıradaki birkaçının önüne de geçirdim. 

Bitireli yaklaşık üç hafta oluyor aslında. Ama ben daha önceleri de sık sık söylediğim üzere beğendiğim herhangi bir şeyi anlatmakta zorlanıyorum daima. Beğenmeyince eksiklerini tık tık sıralıyoruz olup bitiyor da beğenince daha bi zor sanki o eser hakkında yazmak. Ama başka şeylerde de bu böyle sanki. İnsanoğlu eleştirmek için oklarını kalkan etmiş hazırda bekliyor gibi. Ne acımasız! İnsan ilişkileri üzerinden bakarsak örneğin konuya, birbirimizin de hep kötü yönlerini görmeye meyyal değil miyiz? Onyüzbin tane iyi huyu olan bir kişinin bir tanecik falsosunu yakaladığımız anda acımasızca eleştirmekten geri kalmıyoruz. (Konuyu da fazla bi dağıttım ya, derhal şahane kitabımıza dönelim biz :)

İşte sevgili kitap-severler Taslaklarımda epeydir bekleyen bu postuma ara ara dokunsam da bi türlü yayınlama kıvamına gelmiyordu bana göre. Ancak artık bugün son dokunuşlarımı yapıp postu da paylaşmak konusunda oldukça kararlıyım bilesiniz :)

Kitabın dayanağını oluşturan Varoluşçuluk felsefesi üzerinden yürüyen yazar Daniş Navaro, tabi ki; Varoluşçuluğa katkıda bulunan başlıca filozoflar olan Schopenhauer, Kierkegaard, Nietzsche, Bergson, Heidegger, Sartre, Camus vb. diğer düşünürlerden fazlasıyla yararlanmış. Bugüne kadar ufak tefek şeyler bildiğim bu felsefi düşünceden bu kitapta fazlaca bulmak benim inanılmaz ufkumu açtı. En yakın zamanda da yukarıda saydığım düşünürlerden hiç eserlerini okumamış olduklarımdan okuma hedefi koydum kendime. Okumuş olduklarımı ise (Nietzsche, Sartre, Camus gibi)  daha yakından tanıma, birkaç eserini daha okuma sözü verdim kendime. 

Yazarın sıkça başvurduğu alıntıları göz önüne aldığımda, (naçizane) kitabın aynı zamanda sağlam bir "araştırma" türü sayılabileceği izlenimindeyim. Beğendiğim bir alıntısını ben de alıntılamak istiyorum müsaadenizle:
"Bertrand Russell, Aylaklığa Övgü isimli kitabında, çalıştığımız çalışma düzenini yine benzer bir bakışla, emekten yana olan tavrıyla yoğun bir şekilde eleştirmiştir. 
(...) modern dünyada ÇALIŞMANIN erdem olduğuna inanma yüzünden çok büyük zararlar doğmaktadır ve mutluluğa giden yol, refaha giden yol, çalışmanın örgütlü bir düzen içinde azaltılmasından geçer. (...)" (Sf. 119) 

Benim için aldığım her kitap çok değerlidir sahiden de. Yazılmış, emek verilmiş diğerleri gibi... Ancak bu, "başucu kitabı" ünvanını alanlar arasında benim kütüphanemde. 

Kitap dolu günler herkeslere...





Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...