26 Ocak 2015 Pazartesi

Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku

Vizyona girdiği haftalar dikkatimi çeken "Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku"  yu birkaç gün önce izleme şansı yakaladım. Bu filmle Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde "En İyi Görüntü Yönetmeni Ödülü"nü alan yönetmen Çiğdem Vitrinel'in, ne tesadüftür ki ilk filmi olduğunu henüz öğrendiğim "Geriye Kalan" adlı filmini de çok yakın bir zaman önce izlemiştim. Bu yazımda her ikisine de değinmek gerekiyor bu durumda değil mi?



Bir çoklarımıza bir kerede öğrenilmesi zor gelecek kadar uzun bir isme sahip olan filmimiz, aslında ismi kadar uzun olmayan bir romandan esinlenmiş. İçe dönük bir karakter olduğu izlenimi veren Arif, 40'lı yaşlarında, şu sıralar bitirmeye çalıştığı romanı üzerine ve aynı zamanda fiili hayattaki ilişkiler(i) üzerine de kafa yoran kentli bir adamdır. Kafasında da romanında da bir ideal kadın hayalinin peşindedir. Ve hayat bir gün -beklenildiği üzere- o sürprizi yapar veeee Müzeyyen'i çıkarır karşısına. Gizemli, güzel, güçlü, büyülü bir kadındır Müzeyyen.

Erdal Beşikçioğlu görmeye alıştığımız maço-aşıktan romantik ve içe dönük bir aşık adama sağlam ve inandırıcı bir geçiş yapmış hakikaten. Müzeyyen kadar sağlam bir kadın için de Sezin Akbaşoğulları tam isabet olmuş. Yan karakterler Ege Aydan, Derya Alabora ve Hare Sürel var bir de. Hare Sürel'in hikayesine dair hiç ipucu vermeyen senaryoda, zaten her rolün hakkını verdiğini düşündüğüm oyuncu Derya Alabora yine çok iyi. Kitapları iyi satan romancı Burak'ı oynayan Ege Aydan'ı ise çok sevmedim ben bu filmde niyeyse. Rolü çok giydiremedim aslında çok sevdiğim bu oyuncuya. Hele ki Arif ve Burak arasında tuvalette (lavabo mu demeliyim :) geçen o diyalog nasıl desem doğal değil fazla ezber geldi bana.

Film kendine has ahengi içinde yine son derece özgün detaylar barındırsa da bu  genel ahenge uymayan kareler var bir de. Evet, Arif'in kahvede yurdum insanı ile kurduğu  o diyalogları diyorum. Sanki filmin fazla melankolik ve ağır kaçabilecek atmosferine biraz espri biraz hafiflik katmak için özellikle eklenmiş olduğunu düşündürttü bana (benim naçizane fikrim).

Son olarak, yeni bir şey demeyen işbu film "kavuşamazsın aşk olur" ya da "kavuşamayacaklar ki roman olsun" repliğini tekrar etse de, oyunculukların başarısı, müzikleri ve kendine özgü ritminden ötürü izlenilesi!!!

"Geriye Kalan" vardı bir de ama ben gene sıkıldım. Bi dahaki posta inşallah.

Sevgiler...

20 Ocak 2015 Salı

Son Umut - The Water Diviner

Yeni aldığım bir kararla, yaşadıklarımı "kronolojik sırasına uymuyorum diye yazmamak"tan vazgeçiyorum :) Oh be yaşasın! Şunu demek istiyorum; biliyor musunuz daha yazın yaptığımız tatil notlarımı aktarmayı bitiremedim diye bi sonraki paylaşımlarıma geçmiyorum ben:( geçmiyordum desem daha doğru olacak, çünkü bugünden itibaren bu kuralımı bozuyorum arkadaş :) Ne yani sanki biri benden hesap mı soracak? Yarım kalsın noolur ki yani! Tatil bitti, anlatmaya başladım, yeni bir yıl geldi, neredeyse ikinci yaz tatili gelecek ben hala tatil notlarımı bitirmeye çalışıyorum. Olcak iş değil di mi? Ne istiyosan yaz, yarım kalan kalsın, kime ne? Bırak dağınık kalsın diyoooooooooor ve biraz film paylaşımı yapiim diyorum :)


Son Umut


Yılın ilk filmi, herkes gibi bizim de merakla beklediğimiz Son Umut'tu. Avustralyalı oyuncu Russell Crowe' un hem oyuncu hem yönetmen olduğu bu filmin bir Holywood filmi olmayışı açıkçası benim film seçimim için bir kriter; zira Holywood filmlerini kendime/bize çok da yakın bulmam. 

Filmle ilgili söylenenler söylenmiş belki ama ben de bi iki şey demek istiyorum. Film daha ilk yarıda  sinemadan çok da tatmin olmuş olarak çıkılmayacağını hissettirse de yine de beklentim tam olarak sönmemişti. Tamam film bir savaş/kahramanlık filmi değil, acılı bir babanın kendi hikayesi ama... Bilmiyorum, eksik olan ne tam olarak diyemeyeceğim ama bi şeylerin oturmadığı kesin. Savaşta çekilen acıları anlatışı bakımından, o acıyı hissetmek için aynı ırk/dil/dine mensup olmaya gerek olmadığını çok iyi anlatsa da masalsı denecek kadar abartılı bulduğum Russell Crowe'un hisleri ile buldukları noktasında senaryo inandırıcılıktan uzaklaşıyor bence. Oyunculuklara bakınca; Cem Yılmaz, Yılmaz Erdoğan ve tabi ki Russell Crowe on numara. Kocasını savaşta kaybeden Ayşe'yi ise çok daha iyi oynayacak başarılı kadın oyuncularımız var kanımca. Belki de Türkçe dublajın bunca çiğ durmasından Olga Kurylenko'ya haksızlık ediyor da olabiliriz izleyiciler olarak. Bi de Ayşe'nin 9-10 yaşlarındaki oğlunun o dönemde şakır şakır İngilizce konuşabiliyor olması bi tek bana acayip gelmemiştir herhalde.

Böyleee işteee... Aslında bikaç film daha vardı yazacak ama sıkıldım :) Daha sonra inşallah...

Üşengeç blogçu :(








19 Ocak 2015 Pazartesi

Yılın İlk Çekilişi

Yeni bir yıl gelmiş, hatta neredeyse ilk ayı bile devirmeye az bi vakit kalmış. Üşengeç bi insan olarak, bloğumu bunca ihmal etmekten ötürü öyle çok kızıyorum ki kendime:(
sık sık yazmayarak hem kendi bloğumu ihmal  ediyor hem de sevgili blogçu dostların nice güzel paylaşımlarını kaçırıyorum. 

Şimdi şu güzel çekilişe rastladım ve paylaşmak istedim.

Mevzu takı olursa katılmak farz :)

Sevgiler...

,






http://www.betidesign.com/2015/01/cekilis-istedigin-betidesign-kolye.html




Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...