23 Ekim 2015 Cuma

Ve Sinema Mevsimi Açılır

İzmir yağışlı bir haftaya teslim olmuştu. Gereğinden fazla uzun süren yaz mevsimi şehri terketme hazırlıklarındaydı. Burada yaza veda etmekte zorlananlarınızın affına sığınarak, düşen her bir derecenin beni nice mes'ud ettiğini paylaşarak sizlerden bir kuble hoşgörü istiyciim. Çokça fazla bir kitlenin mevsim döngüsünün "yaz"da takılı kalmasını arzuladığını bilmekle beraber bilenler bilir ki benim için yazın yaşam neredeyse çekilmezdir. Yani dostlar mevsim benim mevsimimdir, sizler adına üzgünüm :)

Ve biliriz ki yaz sezonu sinema için de ölü geçer. Vizyonda dikkate değer şeyler bulmak zorlaşır. Ama Ekim öyle midir ya? Bir bakarız İsveç Film Günleri, FilmFika,  ilk kez İzmir'de gerçekleşir mesela. 

İsveç'e olan sempatim sebebiyle bu film günleri optimum seviyede değerlendirilmelidir ve bu güzel yağmurlu havada daha iyi bir seçeneğim olmamalıdır.

Veee hemencecik, taze taze, bünyemde kalan etkileri devam ederken edinilen izlenimler sizlere  ve en çok da aslında -ileride dönüp bakmak üzere- kendime aktarılır sevgili sinemasever blogcanlar :) Ahanda bakın başlıyorum :)

Ego

Ego (2013) Poster

Baş roldeki oğlumuz Sebastian Silverberg hayli yakışıklıdır, bu yetmezmiş gibi yeteneklidir de. Daha da kötüsü bunun bir de farkındadır. Dolayısıyla kendisine sunulan nimetleri elinin tersi ile itecek hali yoktur. Hayat onun için partiler, güzel kadınlar, tek gecelik ilişkiler ve ardından işbu kadınları sepetlemek demektir. Birgün başına hiç beklenmeyen bir kaza gelir ve görme yetisini yitirir. Bu süreç elbette ki tahmininden daha zordur ya da hayata olan bakışını sorgulaması, kendini tanıması için sunulan süresiz bir şanstır. Kim bilir?

Konusunu okuduğumda beni heyecanlandırsa ve filmi izlerken sürükleyici bulsam da bu kadar derin bir konunun daha iyi işlenilebilirliği noktasında durmak gerekiyor. Biraz zayıf bir kurgu denebilir sanırım. Oyunculukları iyi bulduğumu belirterek hafif bir tatlı niyetine izlenecek kıvamda olduğunu da eklerim efenim :)

Hundraaringen (The 100-Year-Old Man Who Climbed Out The Window and Dissapeared)


Hundraåringen som klev ut genom fönstret och försvann (2013) Poster



Allan Karlsson bir huzurevine kendini sıkışmış bulduğundan olsa gerek, tam da 100. doğum gününde huzurevinin penceresinden dışarı atlar ve beklenmedik yolculuğu başlar. Başına geleceklerden habersizdir diyeceğim ama ilerleyen dakikalarda anlarız ki Allan'ın 100 yılı oldukça heyecanlı geçmiştir. Belki de kendini bi anda içinde bulduğu bir dizi cinayet ve koca bir bavul dolusu para onun için neredeyse sıradandır. 

Bu etkileyici senaryo İsveç'te çokça satmış bir romanın uyarlaması imiş. Karakterden yana son derece kalabalık olan filmimiz de hiç biri fazla gelmiyor. Ara ara kahkahalara boğulmamız oyunculukların doğallığından. Uzun olan süresine rağmen son ana kadar izleyiciyi ayakta ve merakta bırakan filmin gerçekten uzun süredir izlediğim en keyifli film olduğunu söylemeliyim. Daha fazla ilgisini çekenlere de şu linki verebilirim: 


Sevgiler...






3 Ekim 2015 Cumartesi

Yazmaya Dönmek

En son yaklaşık 6 ay önce yazdığım bloğumun affına sığınarak bugün yeniden sahalara dönme hevesiyle parmaklarımı klavyenin tuşlarına dokunurken buluyorum.

Yazmak güzeldi, Zeze'ye iyi geldiği zamanlar olmuştu geçmişte. Şimdilerde niye yazmadığını o da bilmiyordu aslında. "Küçük Üşengeç" derdi ya evdeki öfkeli adam ona, haklıydı galiba. 

Bir de sevgili ezgi cik vardı, yıllar önce de bu bloğun açılmasına vesile olan şahsiyet, "yazsana yaa, kendin için yaz" diyip gaza getirmeleri vardı arada bir. O hala aynı içtenlikle aynı samimiyetle tıkır tıkır döküyordu içini kendi blog alemine.

Not almadan yaşayamayanlar vardır, onlar iyi anlarlar şimdi diyeceklerimi. Okuduklarını/okumak istediklerini, izlediklerini/izlemek istediklerini, gezdiklerini/gezmeyi hayal ettiklerini yazmadan edemeyenler, "yapılacaklar listesi" hiç bitmek bilmeyenler... Listesiz olamayanlar :) Ahanda ben tam da buyum işte. Bu çağda hala ajanda hastalığı olan, çantasında illa ki minik bir not defteri taşıyan bi tip. Burada da bunları paylaşmak keyif veriyor. Bir nevi "kendime notlar" aslında ;)

Çok uzattım artık ayrı kaldığım bunca zaman okuduklarımdan aklımda kalanlarla başliim diyorum. 





Sıcağı sıcağına yazmayınca insan unutuyor ayrıntıları, zaten en çok da bundan güzel oluyor burada yazmak. Günler sonra da okuyunca hatırlamak ayrıntılarıyla... "Murathan Mungan" ın en sevdiğim yazarlardan olduğunu söylemiş miydim hatırlamıyorum. 3 adet hikayeden oluşan "Lal Masallar" da klasik olacak ama sahiden masal tadında. Dilinin duruluğu, kendine has üslubu ile hikayelerin içinde kaybolduğunuz hissi bırakıyor damakta. 


Damakta kalan masalsı lezzet bana yetmiyor, tatlı niyetine "Kadından Kentler"e başlıyorum hemen ardından. Bu kez 16 ayrı kentte geçen birbirinden bağımsız 16 hikayede kadınlık hallerini okuyoruz. Okuyucunun sonunu merakla beklediği soluksuz hayatlar. "Yine Murathan Mungan..." dedirtecek kadar yazara has...

Böyleyken böylee kitapsever dostlar. Burada bu posta son verir, bu defa arayı fazla uzatmamayı temenni eder, büyüklerin ellerinden, küçüklerin gözlerinden öperim :)

Sevgiler...

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...