27 Ağustos 2013 Salı

Yaz Lütfen Git Artık!




Klimayı açmadan nefes alınmıyor hala İzmir'de ve ben gerçekten de artık çok çok çok sıkıldım bu klima mevsiminden :( 

(Yaz mevsimi ile aramın hiç iyi olmadığını daha önce de paylaşmıştım sanırım sizlerle  bu arada.)

Artık sadece "penceremin perdesini havalandıran rüzgar" ile serinlediğimiz günler gelse :(

Bu dileğim size de bu güzel şarkıyı ve Leman Sam'ın eşsiz yorumunu hatırlattı biliyorum.

Hadi beraber dinleyelim o zaman:


Sevgiler...

24 Ağustos 2013 Cumartesi

Güzel Bir Çekiliş Var!

Şansını denemek isteyen varsa Blog Hocam'dan işte güzel bir fırsat :)



Ukash kart



Blog Hocam, okuyucularına tablet hediye ediyor! Ukash kartın adresi KartTRsponsorluğunda düzenlenen çekilişle 3 kişiyi birbirinden güzel ödüller bekliyor. İsteyen her bloggerın katılabileceği bu çekiliş sonunda birinciye tablet bilgisayar, ikinciye MP3 çalar, üçüncüye ise kitap seti verilecek. Çekiliş sayfasına gitmak için buraya tıklamanız yeterli.


22 Ağustos 2013 Perşembe

Güney Turu - II

Hızlı geçiyor zaman... Daha dün gibi şu postta paylaştıklarım : 

Veee bir yıl geçmişken üzerinden biz yine aynı kadro benzer rotalarda yol almak üzere düştük yollara... Kafamızda afaki bir taslak, "yüreğimizin götürdüğü yer" felsefesi ile (20 Temmuz Cumartesi) başlar yıl boyu hayali kurulan tatilimiz...

Kahvaltı/çay/kahve/wc/manzarada fotoğraf çekme/hava alma/sigara molaları derken öğle saatlerinde vardık (geçen yıldan hayran kaldığımız) ilk sıraya koyduğumuz "Ören"e.
"Ören Gökova Körfezi sahilinde yer alan ve Muğla'nın Milas ilçesine bağlı bir beldedir.Yakın zamanlara kadar kullanılan eski ismi Gereme, antik çağdaki ismi Keramos'tur. Nitekim, Gökova Körfezi de antik çağdaki ismini yaşatacak şekilde zaman zaman Kerme Körfezi olarak anılmaktadır. "

Gerçekten burada yüzmeye doyulmuyor. İlk kez görmüşüz gibi büyülendik yeniden :)

Birinci akşam konaklama için (yine geçen yıldan memnun ayrıldığımız) "Akyaka" yı seçtik. Akşam yemeğimizi namını duyup merak ettiğimiz "Halil'in Yeri" nde yemek istesek de rezervasyonumuz olmadığından yine geçen yıl memnun ayrıldığımız "Cennet Restorant" ı tercih ettik (detaylar için: http://www.cennetrestaurant.com/index.php). İyi de ettik, Azmakbaşı' nda farklı bir restorant deneyimleyemedik ama bir güzel akşam daha geçirmiş olduk Cennet Restorant'ta... 

İkinci gün, kahvaltının ardından (yıllar önce aşık olduğum) Datça'ya doğru düştük yine yollara. Girintili çıkıntılı Ege kıyılarının en iyi örneği olan bu yollarda manzaraya doyamayarak Datça Yarımadası'nın illa ki görülmesi gereken koylarına uğradık.

1347700392_Palamutbükü
Palamutbükü




Hayıtbükü

Bu çakıl taşlı plajlar, minik adalarla süslü, kekik kokulu koylar insanı kendisine hayran bırakmakla kalmıyor. Açıkçası ben, "Böyle yerler dururken, niye şehrin kargaşasıyla savaşıyoruz?" diye sormaktan alamadım kendimi. Şeytan diyor "Bırak işi, gücü gel yerleş buralara!" İnsan burada "insan" olduğunu anlıyor. Sahi ne zaman doğadan koparıldı insanoğlu :(

Datça'nın antik kenti Knidos' a uğramadan geçmek istemedik.

Knidos
Datça'da akşamlar da anlatılmayacak kadar huzur dolu. 
Daha görülecek ne güzellikler var kim bilir  Datça'da? Bu kadarı hiç yetmedi bize. Ve söz verdik kendimize bir dahaki sefere buraya daha uzun zaman ayıracağız diye :)

Ertesi sabah Marmaris'in koyları vardı planımızda. 

"Orhaniye-Kızkumu" ilk sırada idi. Burada ilk dikkat çeken denizin içinde yürüyen çok sayıda insanlar olacak. Zaten bu plajın meşhurluğu da bu. Bakın efsane ne der:

"Bybassos Kralı'nın kızı güzel Prenses, korsanlardan kaçmak üzere burada denize doğru gider. Yüzme bilmediğinden dolayı da eteğine kum doldurarak ve karşı kıyıya ulaşmak için denize serperek ilerler. Ancak karanlıkta yolunu kaybettiğinden ve kumları da bittiğinden dolayı, kaldığı yerde boğularak ölür. Bu hikayeye dayanarak bölgeye Kızkumu ismi verilmiştir."






Bu efsanevi mekandan sonra methini çok duyduğumuz  "Selimiye" de küçük bir tur ve öğle yemeğinin ardından "İçmeler" e varmıştık.




Çok sayıda turistin (özellikle yabancı turist) göze çarptığı "İçmeler plajı" oldukça kalabalık. Suyu ideal ısıda (Yani buzzz gibi değil) fakat ara ara ayaklarıma değen yosunlar beni çok rahatsız etti:( 

"Marmaris", benim daha önce geldiğim bir yer değildi. Akyaka ve Datça'dan sonra son derece hareketli bulduğumuz Marmaris bizler gibi sakinlik arayanlar için fazla kalabalık esasen. 

Ertesi sabah, özellikle benim görmek için sabırsızlandığım "Sedir Adası (Kleopatra Plajı)" na doğru yola çıktık. Yine efsanevi bir yer bizi bekliyordu:) Bakınız adanın hikayesi:
"Günümüzden binlerce sene öncesinde Kleopatra ve Sezar bu adada büyük bir aşk yaşamışlardır. Mısır kralı Antonius Sezar, Kleopatra’yı o kadar çok sevmektedir ki onu balayı için çok özel bir yere götürmek istemektedir. Bu sebeple de Sedir Adası’na teknelerle Mısır’dan çok özel kumlar getirtmiştir. Günümüzde de varlıklarını koruyan bu kumların özelliği çaplarının 1 milimetreden küçük olmasıdır. 60 adet gemiyle Mısır’dan getirilmiştir bu kumlar.
Kum tanelerinin her birinin boyutunun da aynı olduğu yine söylentiler arasındadır. Aslında kumların başka olağan dışı özellikleri de var. Örneğin ateşte yanabilir olmaları, sodalı suda kendiliğinden çoğalabilmeleri ve büyüteç altında incelendiğinde hareket edebiliyor oluşları gibi… Sedir Adası’ndaki bu eşsiz doğa harikası kumlar denize apayrı güzellikte bir renk vermektedir. Dünya’da sadece iki yerde var olan bu kumların bir benzeri sadece Kızıldeniz’de görülebilir." (Kaynak:http://sedir-adasi.neredekal.com/)

Adaya ulaşım ancak gruplar halinde teknelerle sağlanmaktadır. Şurada küçük bir hatırlatma yapalım, adaya giriş biletlidir ve "Müzekart" geçmektedir. 

Buraya yolunuzu mutlaka düşürünüz efenim. Gerçekten olağanüstü bir doğa harikası.







Adanın kuralları
Adada tek bir tane cafe olduğu bilgilerinize sunulur. 















"Türk kahvesi" diye kakalanan, karton bardakta sunulan, sıcak suda eriyen (nescafe üçübirarada mantığı) hazır kahve bizim için tam bir hayal kırıklığı oldu. bu arada. Yok bizler neyse de yabancı turistlere "Turkish coffee" diye bunu sunmasalar bari. Ca'nım kahvemiz bu hallere düşmeyeydi iyiydi:(
Bu tavukçuk da adada serbestçe dolaşmakta:)

Bu arada bu efsanevi kum ile -özellikle kadınlar- ziyaretçiler bacaklarına/yüzlerine saatlerce masaj yapıyor. Biz de deneyip nasibimizi alalım dedik, on yaş gençleşerek :) adaya doyamadan tekrar düştük yollara.

"Köyceğiz" de minik bir tur ve Fethiye'ye doğru uzanırken yol üzerinde bir yemek molası verelim dedik:

"Toprakana Restorant", keyifli bir mola verebileceğiniz doğa ile iç içe bir yolüstü restorantı. Mevsim yaz olduğundan bahçede yenen yemek son derece tatminkardı fakat ahşap mekanda kış ortasında şömine eşliğinde de  denemek isterdim doğrusu. 

Mekan sahibi her bir ayrıntıyla itinayla uğraşmış gerçekten. Bunu hissetmemek imansız. Zevkli ve keyifli bir sonuç...



Restorantın girişinde ben :)



İşletme sahibini doğaseverliğinden dolayı gerçekten tebrik ediyoruz bu arada.





Ne diyelim, Fethiye'ye doğru yol alırken yandaki "Dur" uyarısını dikkate alırsanız pişman olmazsınız!





Fethiye bu yıl için yalnızca bir gece konakladığımız bir yer olarak kaldı. Geçen yılki tatilimizde Fethiye'ye birkaç gün zaman ayırmış olduğumuzdan sabah kahvaltının ardından "Antalya-Olimpos"a doğru tekrar yollardaydık. 

"OlimposAntalya'ya 85,7 km. uzaklıkta, Caretta Caretta kaplumbağalarının yavrulama alanı olduğundan sit alanı olarak korunan, genellikle üniversite öğrencileri ve sırt çantalı turistlerin tercih ettiği bir tatil köyüdür. Ağaç evleri, çadır mekanı olarak kullanılabilecek açık alanları, Likya Yolu üzerinde bulunması önemli özellikleridir. Beydağları - Olimpos Sahil Milli Parkı sınırları içinde yer alır." 
(kaynakhttp://tr.wikipedia.org/wiki/Olimpos_K%C3%B6y%C3%BC)
 Olimpos, altı-yedi yıl önce görüp aşık olduğum yerlerden biridir. Aynen, Wikipedia'da da yazdığı üzere genç nüfus ağırlıklı bu cennette ağaç-evlerde konaklamak herkese uygun bir tatil anlayışı olmayabilir ama biz bunu seçerek inanılmaz keyif aldık. Odalarda klima ve banyo olanları tercih edilir ise gayet de yeterli bir tatmin sağlanabiliyor bence. Zira fiyatlar da oldukça uygun. 



Deniz ise tek kelime ile on numara!!! Burada tek kötü olan şey (bana göre) havanın çooook sıcak oluşuydu diyebilirim. (E, malum Antalya'dayız :) 









Bilmem sizler de yapar mısınız? Biz çok sayıda hatıra taş topladık Olimpos'tan.
Meraklıları için şu tarihi bilgiyi de verelim:
"Olympos Antik Kenti, Antalya'nın 80 km güneyinde ve Antik Likya Bölgesi içindedir. Doğudan Akdeniz'e açılan Olympos Antik Kenti, ortasından geçen Akçay (Olympos Çayı) ile ikiye bölünür. Bu konumuyla tarih boyunca liman kenti olma özelliği taşıyan Olympos, günümüze gelen antik kentler arasında farklı bir yapı sergiler. Olympos kelimesinin Yunancakaynaklo olmadığı düşünülmektedir. Bu adın kaynağı ve anlamı tam olarak açıklanmamakla birlikte, eski Anadolu dillerinden geldiği ve genellikle "yüksek dağ, ulu dağ" anlamında kullanıldığı anlaşılmaktadır.
Kentin kesin kuruluş tarihi bilinmemektedir. Tarih sahnesinde Olympos Likya Birliği içinde bastığı sikkeler ile MÖ 168-78 yıllarında ilk kez görülür. Olympos bu birlik içinde üç oy hakkına sahip, altı ayrıcalıklı kentten birisidir. Hatta bazen birlik başkanının bu kentten çıktığı saptanabilir. MÖ 80 yılında kent, korsanların eline geçmiştir. Ünlü Korsan Zeniketes'in Olympos yakınlarındaki bir kalede oturduğu bilinmektedir. Anadolu kıyılarındaki ve dağlık bölgelerdeki karışıklıklar üzerine bölgeyi korsanlardan temizlemek için, Romalı komutan ve senatör Publius Servilius Vatia komutasındaki Roma Donanması MÖ 78 yılında Gelidonya Burnu'nda yapılan üç deniz savaşını da kazanarak Zeniketes'in ünlü kalesini yerle bir etmiştir. Zeniketes'in ölümünden sonra komşu kentlerle beraber Olympos da Roma'nın eline geçmiştir. Bu dönemlerde Hephaistos, Zeus ve Apollon kültlerinin Olympos'ta tapınım gördüğü bilinmektedir.
Roma İmparatorluk döneminde de Olympos Likya Birliği'nin seçkin üyelerinden biri konumundadır. M.S. 2. yüzyılın sonları ile M.S. 3. yüzyılın başlarına tarihlenen mezar yazıtından,Marcus Aurelius Arkhepolis'in Likya Birliğinde Lykiarkh (Likya Birliği Başkanı) olarak görev yaptığı ortaya çıkmıştır."



Olimpos'ta kalabileceğiniz çokça benzer seçenekleriniz var. Bizimki, "Turkmen Tree Houses" idi ve pişman olmadık.
Öylesine doğa ile iç içesiniz ki şu fotoğrafa bakar mısınız?
Annelerinin sırtına binmiş cicivler :)


Olimpos tatilimizi noktaladığımız yer oldu. Buraya iki gün ayırarak dinlenmiş olduk ve her tatil gibi bizimkinin de sonu geldi. Veee tatil bitti!

Not: Tatilden döndüğümden beri fırsat buldukça bu postu hazırladım. Tatilde aldığım küçük notlar ve çektiğimiz fotoğraflarla tekrar tekrar gittim o cennet mekanlara. Gecikmeli olarak sizlerle paylaşmaktayım blogcanlar.

Sevgiler...


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...