30 Eylül 2011 Cuma

Paravana=Firkete=Tel Toka

   Merak ediyorum, annemin "paravana", kiminin "firkete" pek çoğumuzun da "tel toka" dediği basit ama işlevi büyük icat olmasaydı biz kızlar ne yapardık? 
   Ve yine merak ediyorum dünya üzerinde bu kadar sıklıkla kaybolabilen başka ne vardır?
   Ayrıca tüm kızların kaybettiği bunca tel toka dünya üzerinde nerede birikmektedirler?

29 Eylül 2011 Perşembe

MFÖ KONSERİ

      Eğitim nedeniyle iki ay boyunca Ankara'da olacağımdan söz etmiştim...Fırsat buldukça buradaki etkinlikleri değerlendirmeye çalışacağım...Dün Panora AVM'deki MFÖ konserindeydim. Çok sevdiğim bir gruptur kendileri, çok keyif aldım elbette canlı performanslarını izlerken...Uzun yıllar dağılmamayı ve aynı üretkenlikle eserler vermeyi başarabilen ender gruplardan oldukları için, her şarkılarından ayrı bir tat aldığım için ve Ankara'daki dün akşamıma eğlence kattıkları için buradan saygılar diyorum MFÖ'ye ve şu parçayı paylaşıyorum sizlerle...
http://fizy.com/tr#s/13k4n2

17 Eylül 2011 Cumartesi

12.İstanbul Bienali, ve Sahaf Festivali

      Geçtiğimiz Pazartesi iki ay sürecek bir eğitim için Ankara'ya geldim. Eylül'ün gelişiyle İzmir'de akşamların hafiften serinlemeye başladığı bir tarihte İzmir'den ayrı kalmak benim için nahoş bir durum arzetmekte. Zira İzmir'in bunaltıcı sıcaklarından artık bıkmış, sert geçmeyen kışını özlemiş bir haldeyim. Eylül ayını da bi ayrı severim ben...Ancak bu yıl Ankara'nın Eylül ve Ekim'ini yaşamak nasip olacak bana.
      Hafta içi eğitimle geçecek olsa da hafta sonlarımız bize ait. Ben de ilk hafta sonumu İstanbul'da yaşayan kardeşimi görmeye gelerek değerlendirmeye karar verdim. İstanbul'a gelmişken de neler yaptım bugün?


(Beyoğlu Belediyesi tarafından 2008 yılı Mayıs ayında birincisi düzenlenen festivalin bu yıl 5.si düzenleniyor. 5. Beyoğlu Sahaf Festivali 06-18 Eylül 2011 tarihleri arasında Trt yanı Tepebaşı’nda…
Açılış: 06 Eylül Salı, 11:00

Kapanış: 18 Eylül, 23:00
Mekan: Beyoğlu, Tepebaşı, Eski Tüyap şimdiki TRT Binası Önü)





        Eski kitaplara dokunmak ayrı bir tattır benim için...Sararmış sayfalar, altı çizili cümleler, okuyucudan kalan herhangi bir not, kitabın üzerine bıraktığı bir iz...O yaşanmışlık hissi mi güzeldir, eski oluşundaki tarih kokusu mu bilmem...Ama severim işte...Keyifliydi...Hala görmek isteyenler için yarın son gün...

     Sahaf Festivali'nden sonrası benim için daha heyecanlıydı: 12.İstanbul Bienali 










İsimsiz (12. İstanbul Bienali), 2011


12. İstanbul Bienali sanatla politika arasındaki zengin ilişkiyi araştırıyor ve hem biçimsel bakımdan yenilikçi, hem de siyasi anlamda sözünü esirgemeyen yapıtlara odaklanıyor. 12. İstanbul Bienali, Küba asıllı Amerikalı sanatçı Felix Gonzales-Torres’in (1957-1996) yapıtlarını çıkış noktası olarak alıyor. Gonzalez-Torres’in çalışmaları bir yandan kişiselle siyasi arasındaki alanı kat ederken bir yandan da sanatsal üretimin biçimsel yönlerine önem veriyor; günlük yaşam temalarına, üst modernizm, minimalizm ve kavramsalcılıktan atıflarda bulunuyor.

Felix Gonzalez-Torres yapıtlarına "İsimsiz" ile beraber parantez içinde bir ism verirken izleyicinin alternatif okumalarına , kendi subjektif bakışına ve farklı yorumlarına alan açmaktadır. Başlığımız aynı zamanda Gonzales-Torres'in kendi sanat yapıtlarının isimsiz kalması gerektiği fikrini yansıtıyor. "Çünkü anlam daima zaman ve mekanda değişkendir."  

(Bienal El Kitabından)


     
Benim ilk Bienalimdi, dolayısıyla çok keyifliydi. Gidecek olanlara uyarı: Saat 19:00'da kapanıyor, bizim yalnızca iki saatimiz vardı biraz aceleye getirdik tadını çıkaramadık. Tavsiyem uzun bir zaman ayırın, gitmeden fazla yorulmayın... !13 Kasım'a kadar sürecek olan Bienal için ilgili link:
http://12b.iksv.org/tr/giris.asp?c=1&id=38          İyi gezmeler...

11 Eylül 2011 Pazar

İskender


   Nihayet bitirmek bana da nasip oldu "İskender"i...
Tabi ki beğendim. Ancak benim Elif Şafak'a hayranlığım "Mahrem" ve "Araf" adlı romanlarıyla başlar. Ne yazık ki o iki romandaki olağanüstülüğü bulamadım. Ha, bulmak zorunda da değiliz; yazar ortaya bir eser koyarken eminim ki her biri için aynı itinayı sarfetmeye gayret ediyordur ama bu da benim kendimce kanaatim.
    İskender'e gelecek olursak:
Bir Türk-Kürt ailenin İngiltere'de 1970'lerde yaşadıkları göçmen hayatı anlatan roman dört mekanda geçiyor: Fırat nehri yakınlarında bir köy, İstanbul, Londra ve Abu Dabi...Diğer romanlarından da alışık olduğumuz üzere bol karakterle süslü romanında öylesine ayrıntılıyor ki yazar her birini onlarla yaşıyor insan okuduğu sürece... Tam sonu geldi dediğimizde ise şaşırtan sonu gerçekten sürpriz...(Tadı kaçmasın diye fazla detaya inmiyorum)
    İyi okumalar, kitapseverler!!!
Ayrıca roman piyasaya çıkar çıkmaz çok konuşulan "kitap kapağı" hakkında merak edenlere:

8 Eylül 2011 Perşembe

Hürriyet Gazetesi - Bekir Coşkun'dan

        (...)
      Gitmek...Gitmek özgürlüktür. Ben gitmeyi gidebileceğimi kanıtladığı için severim. Yani bilsem gidebiliyorum, gitmesem de olur. (...)
      
      (...)
       Belki de kendi kendilerinden kaçıyorlar insanlar?
       O zaman ben de kendime mi yakalandım? 
       Herkes gitti şehirden,
       Ben kaldım. (...)

....Başlıksız...

               Şu taze fasulye/börülce/bamya cinsi sebzeleri pazardan taze taze almak iyi hoş güzel de, bunların ayıklanmışı olsa fena olmaz mı?

7 Eylül 2011 Çarşamba

Hele hele First 'ün bu Sweet  Gum  Çilek -Limonu tam bana göre :) 

Sakız çiğnemeye bayılırım...Balon şişirmeye doyamam. Şişirdikçe hırslanırım sanki bi sonrakini şişirmek için. (uzaktan bakan öyle düşünüyordur herhalde hakkımda) Ancak dayanağı nedir bilmiyorum; hoş bi hal-i-hareket olmadığı  öğretilegelmiştir. Benim adeta stres topum olan "çiklet çiğneme" faaliyeti yalnızca çocuklara serbesttir ortak alanlarda. Hele hele bir kadının ağzına hiç yakışmaz di mi? Espri bi yana gerçekten de lakayt bir görüntü oluşturduğu yadsınamaz ...İyi de, çok da zevkli be kardeşim...Evde olduğum vakitler doya doya tadını çıkarmaya çalışıyorum ben de. Başta eşim tarafından uyarı aldım ama artık o da alıştı. 

6 Eylül 2011 Salı

Zaman Hırsızları

      İş yerlerinde hizmet verdiğimiz vatandaşlar arasında öyleleri denk geliyor ki resmen "zaman hırsızlığı" yapıyorlar. Aynı konuyu üç-dört kez anlatmaktan geçtim, sonuçta anlatmak bizim işimiz. Karşımızdaki anlamıyorsa on kere de anlatılabilir. Ama sorun karşımızdakinin anlamaması değil de anlamak istememesi olduğundaaaa..(Allah'ım işte, o zaman hırsızlarından tüm çalışanlarını koru yarabbim!!!) Israrla kendi (yanlış) bildiğini/duyduğunu bize kabul ettirme gayretine giriyor. Yol göstermesi gereken kişiler bizlerken karşı tarafın akıl hocalığına maruz kalıyoruz. O da yetmiyor. "Yetkili" ile görüşmek istiyor. (Sanki karşısındaki çalışan ezbere konuşuyor. Ama sonuçta işi zaman hırsızlığı, bir kişinin zamanını almakla doymuyor) Yetkiliden de birebir aynı sözleri duymakla ikna olacağına "Bu dairenin müdürü yok mu, kendisiyle görüşeceğim" sözleri geliyor beklendiği gibi...Böyleleri ya aynı cümleleri ayrı kişilerden duymaktan farklı bir haz almaktalar ya da gerçekten ikna olma konusunda ciddi sorun yaşıyorlar diye düşünmeden edemiyorum. Sonuçta ne oluyor? İkna olamamış, karşısındakini de ikna edememenin verdiği gerginlikten kıpkırmızı olmuş öfkeli bir halde çıkıyor işyerinden... En az üç çalışanın zamanı ve enerjisini boşa tüketiyor... Böyleleri için ciddi güvenlik önlemleri mi olmalı ne?

5 Eylül 2011 Pazartesi

Mahalle Arası Düğünler Yasaklansın!

        Yaz akşamlarının pek çok akşamına genellikle de en sevdiğim iki günü olan cuma ve cumartesilerine toslayan  sokak arası düğün/kına gecelerinden hiç hoşlanmamaktayım. Bunlar bizim örf-adet-gelenek-görenek...lerimiz olabilir. Ancaaaaak, bizler de kent yaşamının gün boyu yoğun temposunda yoğrulan, koştur koştur eve gelip evde de yoğrulmaya devam eden ( kadınsanız "evhanımı" gömleğini giyerekten) yemeğini yedikten sonra da ayaklarını uzatıp kafa dinlemek isteyen insancıklarıyız. Ama yakınlarda çalan bir orkestra eşliğinde bu pek mümkün olamıyor. Ha, kırsalda hala sıkıntı arzetmeyen bir hadisedir belki ama kent hayatında artık hakikaten şık durmuyor kanımca... 
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...